Dini bilgiler

İslami bilgiler 

İslam nedir?

İslam kelimesi, Allah’a (c.c.) teslim olmak, O’na boyun eğmek, O’na itaat etmek ve O’na kulluk etmek manasına gelir. İslam, hayatın tüm alanlarındaki sorunlara çözümler içermektedir ve amacı insanları hem dünyada hem ahirette saadete ulaştırmaktır. 

Müslüman kime denilir?

Allah’a (c.c.) teslim olana, sadece O'na boyun eğip O’na itaat ve kulluk edene yani İslam’ı benimseyen birine müslüman denir.

Nasıl müslüman olunur?

İslam’a giriş, imanla gerçekleşir. Hiç bir zorlama olmadan, kalbinden gelerek tereddütsüz inanarak ve onaylayarak şehadet getiren kişi müslüman olur: “Eşhedü en la ilahe İllallah ve eşhedü enne Muhammeden abduhu ve resuluhu.” Bu cümleye "Kelime-i Şehadet" denir ve “Şehadet ederim ki, Allah’tan başka ilah yoktur. Ve yine şehadet ederim ki, Muhammed O’nun kulu ve elçisidir.” manasına gelir. Şehadet eden kişi, Kur’an-ı Kerim’i bütünüyle benimsemiş ve Allah’ın (c.c.) Hz. Muhammed"e (s.a.v.) vahiy yoluyla bildirdiği, Onun da insanlara tebliğ ettiği her şeyi tamamen kabul etmiş demektir.

İslam'ın şartları

İslam'ın şartları sırasıyla Kelime-i şehadet getirmek, namaz kılmak, oruç tutmak, zekat vermek ve Hacca gitmektir.

1- Kelime-i şehadet
İslam'in ilk şartı Kelime-i şehadettir yani inanarak ve isteyerek "Eşhedü en la ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve resulühü" demektir. Manası, "Şehadet ederim ki, Allah’tan başka ilah yoktur. Ve yine şehadet ederim ki, Hz. Muhammed O'nun kulu ve resulüdür."

2- Namaz kılmak
İslam'in ikinci şartı olan namaz, İslam'ın direği olarak kabul edilir. Namaz akıllı olan ve büluğ çağına giren her müslümana farzdır. Abdestli olarak günün belli vaktilerinde yerine getirilir.

3- Oruç tutmak
İslam'ın üçüncü şartı olan oruç, Ramazan ayında tutulur. Akıllı olan, büluğ çağına giren ve sağlığı müsait olan her müslümanın fecrin başlamasından güneşin batışına kadar yemeyi, içmeyi ve şehevi arzuları terk etmesi gerekmektedir.

4- Zekat vermek
Zekat vermek İslam'ın dördüncü şartıdır.  Akıllı olan, büluğ çağına giren varlıklı müslümanlar her yıl sahip oldukları malın ve paranın belirli bir bölümünü ihtiyaç sahiplerine vermeleri gerekmektedir.

5- Hacca Gitmek
İslamın beşinci şartı hac etmektir. Akıllı olan, büluğ çağına giren varlıklı müslümanlar ömürlerinde bir kere hac zamanı gelince ihrama girerek Mekke'yi ziyaret edip, Kabe'yi tavaf edip Arafat’ta vakfeye durmaları gerekmektedir.

İman

Allah’ın varlığına ve birliğine imanın yanısıra, meleklerin varlığına, Allah’ın (c.c.) gönderdiği kitapların gerçek olduğuna, peygamberlere, ahiret gününe ve her şeyin Allah’ın (c.c.) takdiriyle meydana geldiğine, yani kısacası Kur’an-ı Kerim’in ve Hz. Muhammed’in (s.a.v.) bildirdiği şeylerin hepsine bilerek, isteyerek ve benimseyerek inanmaya iman denir. Kelime-i şehadet bütün bunları topluca kabul ve tasdik eden bir cümledir. 

Allah (c.c.)

İslam’da Allah (c.c.)’ın birliği hususu en önemli esastır. Allah (c.c.) yaratandır, yaratmak istediğinde “ol” der ve o şey olur. Yarattığı varlıklardan hiç birine benzemez. Hiç bir şeye ve hiç kimseye ihtiyacı yoktur. Alemleri ve bu alemlerde var olan her şeyi yaratmıştır. Dolayısıyla herkes ve her şey O’na muhtaçtır. Her türlü noksanlıklardan uzaktır, sonsuz kudret sahibidir. Ezeli ve ebedidir, varlığı kendindendir. Doğmamış ve doğurmamıştır. Her şeyi bilir, işitir ve görür.

Allah’ın sıfatları

Allah’ın (c.c.) sıfatları iki sınıfa ayırılır. Birincisi yalnız O’na ait olan ve başka hiç bir varlıkda olmayan sıfatları içerir. İkincisi, O’nun yarattığı varlıklarda da benzer bir şekilde bulunur.

Allah’a (c.c.) mahsus sıfatlar (zatı sıfatları):
Vucud: Allah (c.c.) vardır ve varlığı zamana ve mekana bağlı değildir.
Kıdem: Allah’ın (c.c.) varlığının başlangıcı, evveli yoktur. O herşeyden evvel yine vardı.
Beka: Allah’ın varlığının sonu yoktur, daima vardır. O herşeyden sonra yine var olandır.
Vahdaniyyet: Allah (c.c.) birdir, tekdir. Ortağı ve benzeri yoktur. 
Muhalefetün lil havadis: Allah (c.c.) hiçbir kimseye ve şeye hiçbir şekilde benzememektedir.
Kıyam bi nefsihi: Allah (c.c.)  hiç kimseye ve hiçbir şeye muhtaç değildir, yaratılmış olanlar ise O’na muhtaçtır.

Allah’ın (c.c.) yarattıklarında da benzer şekilde olan sıfatları (subuti sıfatları):
Hayat: Allah(c.c.) diridir. Ruha, bedene veya başka bir şeye ihtiyaci yoktur. 
İlim: Allah (c.c.) hem olmuş hem olacak her şeyi bilir. İlminde artma veya azalma yoktur.
Semi: Allah (c.c.) her şeyi işitir. Herhangi bir nesneye (kulak, ses, hava gibi) ihtiyaci yoktur.
Basar: Allah (c.c.) hiç bir şeye ihtiyac olmadan herşeyi eksiksiz görür.
İrade: Allah (c.c.) her dilediğini yaratır. Her şey O‘nun dilemesi ile olur.
Kudret: Allah’ın (c.c.) her şeye ve herkese gücü yeter.
Kelam: Allah’ın (c.c.) hiç bir şeye (ağız, dil, ses, kelime gibi) ihtiyac olmadan konuşur.
Tekvin: Allah (c.c.) tek yaratıcıdır. Her şeyi Allah yaratır. O ol der ve o şey oluverir.

İslam tarihi

Allah (c.c.), dünyaya gelecek tüm insanların ruhlarını yarattığındaki andan itibaren geçerli din İslam idi. Dünyaya ilk inen Hz.Adem ile Hz.Havva validemiz, Allah’ın (c.c.) kulları olduklarını, O’nun emirlerini yerine getirmek ve yasaklarından uzak durmak gerektiğini, hem dünyalık ihtiyaçlarını elde edebilmek için hem de ebedi kurtuluşun yalnız hidayet yolu üzerinde olduğunu, Allah’a (c.c.) yönelmeleri gerektiğini bilmekteydiler. İslam’ın manası da zaten budur: Allah’a (c.c.) teslim olmak ve ona kulluk etmektir. Onlar dünyadaki ilk müslümanlar oldular. Müslüman, Allah’a teslim olmak manasına gelir.

Zamanla insanoğlu hidayet yolundan uzaklaşmıştır. Bazıları ilahi emirleri reddetmeye, bazıları kendi yapmış oldukları putlara tapmaya ve yine bazıları kendini ilah olarak ilan etmeye başlamıştır. Küfrün yayılması ile huzurun yerini zulüm, haksızlık ve kötülükler almıştır. Bunun üzerine Allah  (c.c.) değişik zamanlarda ve bölgelerdeki insanlara elçiler gönderip onları tövbeye davet ederek yalnızca O’na kulluk etmelerini ve O’nun emirlerine uymalarını önermiştir. Allah (c.c.) bu görev için en güvenilir, doğru ve üstün karaktere sahip kullarını seçmiştir. Allah (c.c.) ile insanlar arasında elçilik yapıp, görevleri insanları İslam’a çağırmak olan bu seçkin insanlara peygamber denir.

Kendilerine Allah (c.c.) tarafından yeni Kitap gönderilen peygambere resul, kendinden önce gelen resulün dinini tebliğ eden peygambere ise nebi dedir. Bunların bazıları:
Hz. Adem (a.s.), Hz. İdris (a.s.), Hz. Nuh (a.s.), Hz. Hud (a.s.), Hz. Salih (a.s.), Hz. İbrahim (a.s.), Hz. Lut (a.s.), Hz. İsmail (a.s.), Hz. İshak (a.s.), Hz. Yakup (a.s.), Hz. Yusuf (a.s.), Hz. Eyüp (a.s.), Hz. Şuayp (a.s.), Hz. Musa (a.s.), Hz. Harun (a.s.), Hz. Davut (a.s.), Hz. Süleyman (a.s.), Hz. İlyas (a.s.), Hz. Elyesa (a.s.), Hz. Zülkifl (a.s.), Hz. Yunus (a.s.), Hz. Zekeriya (a.s.), Hz. Yahya (a.s.), Hz. İsa (a.s.) ve Hz. Muhammed (s.a.v.). Allahın selamı üzerlerine olsun. 

İnsanları İslam’a çağıran peygamberlerin bu davetlerine bazıları icabet ederken bazıları karşı gelmiştir. Müslüman olanlar, kendilerine iyiliği ve güzel ahlakı öğretmiş olan peygamberin örneğine uyarak dini yaymışlardır. Ancak zamanla yine yoldan sapanların sayesinde küfür yaygınlaşınca Allah (c.c.) yeni bir peygamber göndermiştir. En sonunda da, efendimiz Hz. Muhammed’i (s.a.v.) göndermiştir. Hz. Muhammed‘in (s.a.v.) tebliğ ettiği İslam ahiret gününe kadar geçerli kalacaktır.

Son peygamber Hz.Muhammed (s.a.v.)

Hz. Muhammed (s.a.v.) 571 senesinde Mekke şehrinde doğmuştur. 40 yaşına kadar çevresindeki kötülüklere bulaşmadan sade bir hayat sürdürüp güzel ahlakı ile herkesin sevgisini ve takdirini kazanmıştır. Eski peygamberlerin öğrettiklerini uygulamaya çalışan, Allah’ın (c.c.) varlığına ve birliğine inanan ve yalnız Allah’a (c.c.) kulluk etmeye gayret gösteren az sayıda Hanifler haricindeki insanlar hidayet yolundan uzaklaşıp, putperestlik ve şirk aşkına düşmüştü. Ahlaktan, hak ve hukuktan uzaklaşmışlardı. Ahlaki değerler ortadan kalkmıştı. Güçlü zayıfı ezip sömürmekteydi. Hayat, ıstırap, zulüm ve meşakkatlerle dolu idi. Allah (c.c.), böyle bir zamanda son Hz. Muhammed’i (s.a.v.) son peygamberi olarak görevlendirmiştir.

Hz. Muhammed (s.a.v.) bu ilahi görevi aldıktan sonra insanlara hak, huzur ve adalet getiren İslam’ı tebliğ etmeye başlamıştır. İslam’ı ilk kabul edenler efendimizin eşi Hatice validemiz, onun yanında büyüyen amcaoğlu Hz. Ali (a.s.) ve yakın dostu Hz. Ebu Bekir (a.s.) olmuştur. Hz. Muhammed’in (s.a.v.) insanları şirkten vazgeçip yalnız Allah’a kulluk etmeye davet etmesi, menfaatlerinin kaybolmasından korkan putperestliğin esiri olmuş şehrin ileri gelenleri, İslam’ın yayılmasını engellemeye çalışmışlardır. Müslümanlara sırt çevirip, maddi manevi ambargoya, hakarete, işkenceye, zulme ve hatta cinayetlere yönelmişlerdir. Hz. Muhammed’in (s.a.v.) peygamberliğinin ilk 13 senesi böyle büyük imtihanlar ile geçmiştir. İslam düşmanları son çare olarak Hz. Muhammed’i (s.a.v.) öldürmeye karar vermişlerdir. Bunun üzerine Allah (c.c.), Hz. Muhammed’e (s.a.v.) Yesrib şehrine hicret etmesini emretmiştir ve Hz. Muhammed (s.a.v.), yakın dostu Hz. Ebu Bekir (a.s.) ile Yesrib’e yola çıkmıştır. Onları yakalayıp öldürmek için peşlerine düşen seçilmiş müşrikleri şaşırtmak için Yesrib yol güzergahında bulunmayan Sevr dağındaki bir mağaraya sığınıp burada üç gece kalmışlardır. Üçüncü gecenin sabahında bir yol rehberi ile birlikte Yesrib’e doğru yola çıkmışlardır.

Hz. Muhammed’in (s.a.v.) Yesrib’de dört gözle beklenmekteydi. Daha evvel oraya yerleşen müslümanların haricinde orada yaşayan iki büyük kabile de müslüman olup, mallarını ve canlarını bu uğurda harcamayı vaat etmiştiler. Hz. Muhammed’in (s.a.v.) Yesrib’e varmasından kısa bir süre sonra şehir artık Yesrib olarak değil de Medine-i Münevvere yani Allah’ın nuruyla, din ile aydınlanan şehir olarak anılmaya başlanmıştır. Arabistan’nın diğer bölgelerinden müslümanlar Medine’ye akın etmesi Medine’yi daha da güçlendirip, İslam dininin hızla büyüyen merkezi konumuna getirmiştir. Hicret, karanlıktan aydınlığa, kin ve şiddetten şefkat ve merhamete, esaretten özgürlüğe, kula kulluktan yalnızca Allah’a kul olmaya, küfürden imana gidişin adıdır.

Müslümanların Mekke’den ayrılmaları Mekke’deki putperestlerin düşmanlıklarını sonlandırmamıştır. Birkaç kere Medinede’ki müslümanlara savaş açmışlardır fakat galip gelemimişlerdir. Sonunda Müslümanlar Mekke’yi feth etmiştir. Zulüm, baskı, kanunsuzluk ve ahlaksızlığın yerini hak, hukuk, adalet ve huzur almıştır. Hz. Muhammed’in (s.a.v.) 23 sene süren peygamberliği Arabistan’ı tamamen değiştirmiş ve görevini gerçekleştirdikten sonra Allah’ın rahmetine kavuşmuştur. Onun ashabı da İslam’ı dünyanın çeşitli yerlerine taşıyıp hem Kur’an’ı hem de onun Hadis-i şeriflerini, yani O’nun sözlerini, davranışlarını, fiillerini ve ahlakını uygulayıp yaymıştır.

Hoşgörü dini İslam

Dünya ve ahiret mutluluğunu hedefleyen İslam, bizlere hoşgörüyü tavsiye etmiştir (Kur’an-ı Kerim 16:125). Allah (c.c.)., Hz. Muhammed’i (s.a.v.) alemlere rahmet olarak göndermiştir (Kur’an-ı Kerim 21:27). Sevgili Peygamberimiz de “Müslüman elinden ve dilinden herkesin güven içinde olduğu kimsedir.” buyurarak hoşgörünün ana omurgasını tarif etmiştir. O sadece insanlara değil, hayvanlara, bitkilere, canlı cansız her şeye karşı merhamet göstermiştir. İslam’a davet ederken, Taif’liler tarafından aşağılanıp yaralandığında bile Ona bu kötülüğü yapanlar için Allah’tan (c.c.) af dilemiştir.  Müslüman bir kişi, Peygamberimizin „Sizden biri, kendi için sevdiğini kardeşi için de sevmedikçe gerçek imana eremez." ve “Allah, merhametli olanlara rahmetle muamele eder. Öyleyse, sizler yeryüzündekilere karşı merhametli olun.” hadislerine riayet ederek çevresine merhametli yaklaşır ve kendisi için istediğini başkaları için de ister.

Barış dini İslam 

İslam, tüm insanların temel hak ve özgürlüklerini dokunulmaz kabul edip, mahlukata merhameti yaratana itaat ve kulluğun ayrılmaz gereği sayıp, savaşta bile mabetlere ve masumlara dokunmayı yasaklamıştır. Her insanın hayat hakkını kutsal sayıp, canını, malını ve şerefini koruma altına almıştır.

İslam’a önyargısız yaklaşan herkes dinimizin bizlere vahşeti değil merhameti, savaşı değil barışı, cehaleti değil bilgiyi, öldürmeyi değil yaşatmayı, vurdumduymazlığı değil sorumluluğu, bencilliği değil paylaşmayı, zulmden değil haktan yana olmayı emrettiğini görebilmektedir. Savaş durumunda bile muharip olmayan kadın, çocuk, ihtiyar ve din adamlarına dokunulması  ve mabetler ile tabiata zarar verilmesi Peygamber efendimiz (s.a.v.) tarafından yasaklamıştır. Yine dinimize göre masum bir kişinin öldürülmesi bütün insanlığın öldürülmesi kadar büyük bir cinayettir. (Kur’an-ı Kerim 21:27).

İnsan, anne sütü kadar temiz, fıtratında şefkat ve kalbinde de merhamet olarak dünyaya gelir. Dünyada merhametini kaybedince, vicdanı ve insafı kirlenmiş, yüreği tükenmiş, gözü görmez kulağı duymaz bir vahşiye dönüşebilmektedir. Böyle bir cani, kanlı eylemlerde bulunup kurşunla, pusuyla, bombayla dünyaya terör yani merhametsizlik saçabilir. İslam’ın terör, vahşet ve katliamlar ile birlikte anılmasını sağlayıp, İslam’ın itibarsızlaştırılmasına sebep olup, gayri müslimlerin kalplerinde bir endişe ve korku saçıp, bunların İslam’dan korkmasını ve hatta nefret etmesini sağlayabilir. Bu kişiler kendilerini müslüman olarak tanıtabilir, müslüman isimleri taşıyabilir, kendilerini samimi müslüman olarak görebilir, alınları secdeden kalkmayabilir, dillerinden tekbir düşmeyebilir ve hatta sırf kendi gibilerin gerçek müslüman olduklarına inanabilir.

İnsanlık dışı katliamların bu faillerinin İslam’la uzaktan yakından ilgisi yoktur. Bu tür vahşeti gerçekleştirenlerde  ve onları yönlendirenlerde Allah (c.c.) korkusu yoktur.  Bunlar apaçık İslam düşmanlarıdır. Allah (c.c.) katında tüm insanlığı ve alemlere rahmet olarak gönderilen İslam’ın yüce değerlerini öldürmektedirler. Allah (c.c.) bu kişileri bize şöyle tarif etmekte: “Kalplerinde bir hastalık vardır. Allah da onların hastalıklarını çoğaltmıştır. Söyledikleri yalanları yüzünden onlar için acı bir azap vardır.“ „Kendilerine: Yeryüzünde fesat çıkarmayın, denildiği zaman, «Biz sadece barışı getirirenleriz» derler.“ (Kur’an-ı Kerim 2:10-11) “(...) Allah’a giden yolu kapatanlar, onu eğri ve çelişkili göstermek isteyenler var ya, işte onlar derin bir sapıklık içindedirler. (Kur’an-ı Kerim 14:3)

Bu ahlaksız ve hukuk tanımayan katliamlara cihat adı verilmesi en büyük haksızlıktır. Cihat, eline silahı alıp masum canlara kıymak değildir. Son yıllarda insaf ve vicdanını yitirmiş cinayet şebekelerinin yaptığı ve müslümanlara mal edilmeye çalışılan intihar saldırılarının, vahşet ve şiddetin İslam’ın cihat anlayışı ile yakından uzaktan alakası yoktur. Çünkü İslam’da cihat öldürmek değil, yaşatmak, harap etmek değil, mamur eylemek, gönüllere kin, nefret, intikam tohumları ekmek değil, sevgi, şefkat, merhamet tohumları ekmektir. Yeryüzüne şiddet, terör ve vahşet üzerinden korku değil, hak ve hakikat yoluyla barış, güven, huzur ve adaleti yaymaktır.

Din kisvesine bürünmüş cinayet şebekeleri, dini bilgisi zayıf insanların geçmişten günümüze birikmiş öfkelerini, incinmiş onurlarını, bastırılmış duygularıni ve yıkılmış hayallerini istismar ederek, onları kendi çıkarları için kullanmaktadır. Gayeleri kalpleri fitne ve fesadın, kin ve nefretin, şiddet ve husumetin karanlıklarına esir edip insanları çatışma vehuzursuzluğa sürüklemektir.

Nerede ve kim tarafından yapılıyor olursa olsun, mabetlere ve masum insanlara yönelik her türlü vahşice saldırı, tüm dini, ahlaki ve hukuki ilkelere aykırıdır ve insanlığın ortak vicdanına, huzuruna, geleceğine ve barış içerisinde bir arada yaşama umuduna kastetmektedir. Dolayısıyla tüm dünya inanç ayrımı yapmaksızın terör faaliyetlerine ve saldırılarına karşı daha duyarlı ve hassas olmalıdır. inanç ve vicdan sahibi herkes bu tür olaylar karşısında gereken tepkisini göstermeli, sivil toplum kuruluşları inanç özgürlükleri konusunda daha çok inisiyatif almalı ve siyasiler nefretin ve düşmanlığın önlenmesi hususunda gerekli tedbirleri almalılar. Vakit, daha duyarlı olup, farklılıkları bir zenginlik olarak sayıp fitne ve tefrikalara karşı uyanık olma vaktidir.  

Irkçılık

İnsanın kendi etnik kökenini, soyunu, kültürünü, coğrafyasını, rengini, huyunu, ideolojisini ve mezhebini başkalarınkinden üstün görmesine ırkçılık denir. Irkçılık, dostluk ve kardeşliğin yerine kin ve nefreti, adalet ve merhametin yerine zulüm ve haksızlığı, birlik ve beraberliğin yerine tefrika ve ayrımcılığı getirir. Irkçılık, esasında hem insanlığa karşı işlenen bir suç hem de Allah’a karşı bir saygısızlıktır. İnsanların, kavimler ve kabileler halinde yaratılmasının, dillerinin ve renklerinin farklı farklı oluşu Allah’ın (c.c.) bir hikmeti olduğunu bize Kur’an bildirmektedir: “Ey insanlar! Şüphe yok ki, biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizle tanışasınız diye sizi boylara ve kabilelere ayırdık. Allah katında en değerli olanınız, O'na karşı gelmekten en çok sakınanınızdır. Şüphesiz Allah hakkıyla bilendir, hakkıyla haberdar olandır.” (Kur’an-ı Kerim 49:13)

İnsanı, Allah (c.c.) katında üstün ve değerli kılan ve de ahiret saadetine ulaştıracak olan husus ait olduğu ırk, mensup olduğu soy, sahip olduğu ten rengi, konuştuğu dil veya malvarlığı değildir. Kişinin üstünlüğünü sadece takvası belirler yani Allah’a (c.c.) karşı kulluk ve sorumluluk bilinci taşıyıp ve bu bilinci hayatına yansıtmasındadır. Kıyamet günü insanlar sadece ve sace inanç ve amellerinden hesaba çekileceklerdir. 

Hz. Muhammed (s.a.v.) bu gerçeği Veda Hutbesi‘nde şöyle dile getirmiştir: “Ey insanlar! Şunu iyi bilin ki, Rabbiniz birdir, atanız birdir. Arab’ın Arap olmayana, Arap olmayanın Arab’a, beyazın siyaha, siyahın da beyaza üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takvadadır.”

Kur’an ve sünnet

Allah (c.c.), kullarını dünyada yalnız bırakmamıştır. Onlara doğru yolu gösteren peygamberler ve hidayet rehberi kitaplar göndermiştir. İlk peygamber Hz. Adem ile başlayan peygamberlik görevi Hz. Muhammed (s.a.v.) ile sona ermiştir. Hz. Adem ile başlayan ilahi mesaj, Peygamberimize indirilen Kur’an-ı Kerim’le taçlanmıştır.

Kur’an-ı Kerim, Allah’ın (c.c.) insanlığa gönderdiği son ilâhî hitaptır. O’nun sözü, kelâmıdır. Sünnet ise Hz. Muhammed’in (s.a.s) hayat tarzı, sözleri, fiilleri ve onaylarıdır. Kur’an, imanımızın gereği olan emirleri bildirirken; sünnet, bu ibadetleri nasıl yapacağımızı göstermiştir. Dolayısıyla Kur’an ve sünnet ayrılmaz bir bütündür.  Hz. Muhammed (s.a.v) bizlere Veda Hutbesinde şöyle buyurmuştur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” Dünya ve ahirette saadet isteyen müslümanlar Kur’an’a sımsıkı sarılıp Peygamberimizin sünnetine uyması gerekir. 

Kandil geceleri

Önemli dini gecelere kandil denilmektedir.

Mevlid Kandili: Hz.Muhammed‘in (s.a.v) dünyaya geldiği gecedir.
Regaib Kandili: Bereket mevsimi üç aylara girilen gecedir
Miraç Kandili:
Allah‘ın (c.c.) peygamberimizi göklere ve alemlere çıkardığı gecedir.
Berat Kandili: Günahlardan bağışlanma ve temize çıkarılma gecesidir.
Kadir Gecesi: Allah‘ın (c.c.) peygamberimize Kuran-ı Kerim’i göndermeye başladığı gecedir.

Müslüman kimdir?

Müslüman, Kur’an’ı ve sünneti hayatına rehber eder. Yani Allah'tan başkasına kulluk etmez. Ahireti her daim hatırlar, dünya nimetleri onu şımartıp yoldan çıkartamaz. Şirkten, içkiden, kumardan ve zinadan uzak durur. Faiz yemez, yetim malına el uzatmaz ve cana kıymaz. Anne babasına, eşine, çocuklarına, canlı cansız herkese ve her şeye şefkatle yaklaşır, vicdanlı davranır ve asla şiddete başvurmaz. Küçüklerine merhamet büyüklerine hürmet gösterir, kul hakkını gözetir ve güçsüzü ezmez. Doğru sözlü olur ve yalana bulaşmaz. Cömert olup cimrilik etmez. İftira etmez, laf taşımaz, fitne ve fesada ortak olmaz. Kimseyi karalamaz, lanet etmez, kaba ve kötü söz söylemez ve hayasızlık yapmaz.  
Share by: